Yunus Emre Bozdoğan 

Tiyatro sanatında “edebi dil” üzerine eleştirel bir bakış

Kendi içinde yer yer farklılık gösterse de edebiyat bir ağaç gibi geliyor bana. Tıpkı bir ağacın farklı türleri olduğu gibi edebiyatın da farklı türleri var. Ağacın zeytin’i de ceviz’i de ağaçtır. Edebiyatın roman’ı da öykü’sü de edebiyat. Ağacı tanımlarken türlere ayırmadan tanımladığımıza göre, edebiyatı da önce türlere ayırmadan tanımlamak gerekmez mi? Edebiyat bir bakış açısı sunuyor bize. Dünyaya dil üzerinden estetik bir düşünce getiriyor ve yaşamı bunun üzerinden anlamlandırıyor. Bizi şaşırtıp ezberimizi bozuyor. Hiç görmediğimiz belki de hiç göremeyeceğimiz neden sonuç ilişkilerini seriyor önümüze. Bu dünyaya ortak olduğumuzu, birbirimizin parçası olduğumuzu hatırlatıyor. Korkularımızı sıradanlaştırıyor. Bir ağaç, doğanın yasalarına nasıl boyun eğiyorsa edebiyat da mütevazı, boyun eğiyor. Gölgesinde serinlediğimiz bir ağacın türünü o an için önemsemiyorsak, edebiyat da içimize su serpiyor. İkisinin de yazı kışı yok mu? İlkbaharı yok mu? Bazen meyve vermeyerek, ikisi de bizi yanıltmayı başarmıyor mu? İkisi de yaşamla beslenmiyor mu?

Şimdi gelelim edebiyatın kulvarlarına. Edebiyat bir ağaçsa, roman belki de bir çınar ağacı. Mesela öykü, neden edebiyatın bir zeytin ağacı olmasın? Ya da şiir bir salkım söğüt olmasın? Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Oysa edebiyatın genellikle görmezden gelinen bir kulvarı daha var. Öksüz bırakılmış bir ‘Beyaz Çiçekli Yalancı Akasya Ağacı.’  Tiyatro edebiyatı…

Tiyatro, edebiyatın kulvarlarından biri hem de özellikle edebiyatçıların içinde olması gereken bir disiplindir. Ama ‘Tiyatro Edebiyatı’, yeni Türk edebiyatçıları tarafından öksüz bırakılmış görünüyor.

İlk yazılmış Türk tiyatro metni Şinasi’nin yazdığı Şair Evlenmesi olarak kabul edilir. Geleneksel Türk tiyatrosu ve Hacivat Karagöz metinleri dışında modern anlamda yazılmış ilk yerli metindir bu. Sonra Şinasi’yi, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi ve Recaizade Ekrem gibi isimler izler ve önemli tiyatro metinleri yazarlar. Bu isimlerin hepsi önceden şiir ve roman gibi kulvarlarda eserler yazmış edebiyatçılardır. Bu isimlerden sonra gelen dev edebiyat kuşağı unutulmaz tiyatro metinleri de yazmışlardır. Üstelik çoğumuz onları, romanlarıyla öyküleriyle veya şiirleriyle tanımış sevmişiz. Hepsi edebiyatın içinden yani ağacın köklerinden gelip çıtkırıldım uçlarından çiçekler sunmuştur.

Aziz Nesin’in yazdığı kitapları üst üste koyunca onun boyunu geçtiğini biliyoruz. Yazdığı kitapların azımsanmayacak kısmı da tiyatro metinleridir. Toros Canavarı. Hadi Öldürsene Canikom, Yaşar ne Yaşar ne Yaşamaz, Çiçu ve daha birçok oyun. Hala oynanmakta.

Nazım Hikmet’in olağanüstü şiirlerinin dışında çok sayıda yazdığı tiyatro metni var. Kafatası, Tartuffe 59, Yusuf ile Menofis, Ferhat ile Şirin, İnek, Yolcu gibi toplam 22 tane oyun.

Melih Cevdet Anday, şiirlerinin ve romanlarının dışında Müfettişler, İçerdekiler, Mikadonun Çöpleri, Yarın Başka Koruda gibi birçok tiyatro metni yazmış ve bu metinler hala tiyatroların repertuarlarını süslüyor.

Çok sayıda tiyatro metni yazan Güngör Dilmen Kalyoncu, 1960 yılında İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klâsik Filoloji bölümünden mezun olmuştur. Bağdat Hatun, Ben Anadolu, Midas Üçlemesi, Deli Dumrul, Canlı Maymun Lokantası, Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını gibi güçlü oyunlara imza atmıştır. Tiyatro metni yazan edebiyatçılara daha çok sayıda isim eklemek mümkün. Adalet Ağaoğlu, Turgut Özakman, Haldun Taner ve bu isimlere göre genç kuşak sayılan büyülü yazılarıyla Murathan Mungan… Tamamının ismi, burada yazamayacağım kadar çok. Yazamadıklarım beni affetsinler. Bu isimler Türk edebiyatına damga vurmuş isimler. Çoğunun edebiyatın her kulvarında eserleri var. Roman ve öykülerinde karakterleri konuşturma yeteneği gelişen bu yazarlar, eserlerindeki diyalog yazma başarılarını tiyatro metinleriyle doruğa ulaştırmış. Böylece ortaya, temelini edebiyatçılarımızın attığı ‘Türk Tiyatro Edebiyatı’ çıkmış. Yani edebi değeri olan tiyatro oyunları.

Son yıllarda edebi değeri olan tiyatro metinleri yok denecek kadar az. Yeni metinlerin çoğu çeviri eserler veya uyarlamalar. Yerli uyarlama eserler tiyatro edebiyatının yüzünü güldürse de özgün eserlere rastlayamıyoruz. Edebi değeri olmayan ve skeç formatında yazılmış oyunlardan öteye gidemiyor. Oysa iyi yazılmış bir tiyatro metni, iyi sahnelenirse, edebiyatı ete kemiğe büründürür. Bu noktada bazı yazar ve okuyucular edebiyatın ete kemiğe bürünmesine karşı çıkabilirler. Yazılanın kafamızda ve hayalimizde kalması belki de edebiyatın doğasında var diye düşünebilirler. Ancak özgür ve seçenekli bir dünyada bir tiyatro metnini kitaptan okumak, her zaman olasılığını korumakta. Edebiyat okurunun varlığı gibi tiyatro izleyicisinin varlığını da azımsamamak gerek. Üstelik olağanüstü yazılmış bir metni tiyatroda canlı canlı izlemek, o biricik ana çok sayıda seyirciyle birlikte tanıklık etmek, birlikte gülüp birlikte üzülmek, paylaşmak, insan olmanın gerekliliklerinden biri değil mi?

İşte tam da bu noktada günümüz usta edebiyatçılarımızın, ‘Tiyatro Edebiyatı’na omuz vermesi ihtiyacı doğuyor. Mesela neden Orhan Pamuk’un yazdığı bir tiyatro metni olmasın diye soruyorum. Aynı soruyu Ahmet Ümit üzerinden sormak da mümkün. Hasan Ali Toptaş, Ece Temelkuran, Murat Uyurkulak, Halil Genç veya Özcan Karabulut isimlerine daha bir sürü isim eklemek gerekir. Yine isimlerini burada anmadıklarım beni affetsin ama neden tiyatro kendi yağıyla kavrulmaya hapsedilsin? Onların edebiyattaki ustalığı, yazdıkları diyaloglarda, seçtikleri konularda ve dillerindeki özgünlükte kendini belli ediyor. Tiyatro da monolog ve diyaloglardan oluşmuyor mu? Dünyaları anlatmıyor mu? İnsanın içine işleyip başka yaşamların kapılarını açmıyor mu? Ezber bozup katı yanlarımızı törpülemiyor mu? Hayalle gerçek, yaşamla kurmaca arasında bir köprü kurmuyor mu? Yoksa ‘Beyaz Çiçekli Yalancı Akasya Ağacı’ ağaçtan sayılmıyor mu?