Tiyatro sanatının kökeni

Tüm sanat dallarının temeli, medeni toplum öncesinde, ilkel insan döneminde yatar. Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır.

İlkel Dönem’ de ; kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Üst Paleolitik Çağdan (İ.Ö 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve kostüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır.

Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir. İlkel toplulukların animist inançlarına göre, yinelenen doğal olayların ruhları, kişilikleri vardı; bu kişiler, sonradan tapınma nesnelerine, tanrılara dönüştü. İnsanlar, belli zamanlarda yapılan törenlerde bu tanrıları temsil eden maskelere bürünerek kendi yaşamlarını etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalıştılar. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler danslar, Kurallı oyunun ilk örneğiydi. Eski inançların hemen hepsi görülen “ölme ve yeniden dirilme” teması da insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla, tiyatronun çıkış noktalarından biriydi. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralın karşısında yenik düştüğü bir törensel boğuşmayla temsil ediliyordu.

Başlangıçta canlı insanların kurban edildiği bu boğuşma ve ölümler zamanla simgeleşir, iki ayrı gücün çatışması da yerini tek bir gücün ölüm ve yeniden dirilme törenine bıraktı.

Bazı başka kuramlara göre ise tiyatronun kaynağı Şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Bu törenlerde belirli kurallara uygun davranışlarla kendinden geçen şaman, öte dünya ile bu dünya arasında bir aracı rolü üstlenmektedir.

Tiyatro, bugün de kökenindeki bu iki eğilimin izlerini taşır, bu iki eğilim arasındaki gerilimden güç alır: Bir yanda doğa güçlerini simgesel olarak canlandırma, temsil etme işlevi; öte yanda, doğaüstü güçlerin görünmesine aracılık etme işlevi. Doğaya öykünme kuramına göre, tiyatronun en önemli öğesi kılık değiştirmedir.

 

Antik Çağ (Yunan ve Roma Dönemleri)

  1. Antik Yunan Dönemi (Tiyatronun Altın Çağı)

Tiyatro ilk kez IO 6. yüzyılda Yunan toplumunda dinsel törenden özerkleşerek bir sanat türü haline geldi; dinsel ya da pratik ölçütlerle değil, estetik ölçütlerle değerlendirilen bir “oyun” a dönüştü. Yunan toplumunda tiyatronun öncülü, şarap, bereket ve bitkiler tanrısı Dionysos ‘u (Dionysos, Şarap ve Üreme Tanrısı) kutsamak için yapılan Bacchanolia şenliklerinde bir koronun söylediği dithyrambos şarkılarıydı. Koro, bu şarkılarda, farkı kişilerin konuşmasını canlandırmak için söz ve tavır değişikliğinden yararlanıyordu. Daha sonra, oyuncu ve oyun yazarı Thespis, koronun karşısına, farklı kişilikleri farklı maskelerle temsil eden bir oyuncu koydu. Böylece daha karmaşık konular ele alınabiliyor, farklı anlatım biçimleri denenebiliyordu. İÖ 534’te Atina’daki ilk tiyatro şenliğinde, Thespis’in bir tragedyası ödül kazandı. Bu tarihten sonra da tragedyalar Dionysos şenliklerinin bir parçası olarak gelenekselleşti.

 

Dionysos Tiyatrosu, Yunanistan’ın başkenti Atina’da bulunan bir Antik Yunan tiyatrosudur.

İÖ 5 . Yüz yılın ilk yarısında, Aiskhylos, koroyu 50 kişiden 12 kişiye indirerek ve ikinci bir oyuncu ekleyerek bugünkü Batı tiyatrosunun da temelini attı. Artık birden fazla kişi arasında yaşanan bir olayın, bir ilişkinin, sahnede canlandırılması olanağı doğmuştu. Aiskhylos, tragedyayı Dionysos cümbüşündeki azgın ve utançsız kökeninden de kopardı. Tiyatro önemli kişilerin başından geçen önemli olayları yüceltmiş bir üslupla temsil etme sanatı haline geldi.

Aspendos, Antalya                    Efes Antik Kent, Selçuk

Efsaneleri, mitleri ve efsaneleşecek kadar eski olayları işleyen tragedyanın dinsel, ahlaki ya da siyasi bir mesaj vermesi, toplumu ve evreni bir bütün olarak temsil etmesi bekleniyordu. Hiyerarşik bir evrendi bu: En üstte tanrılar katı yer alıyor, altta ölümün, sürgünün ve cezanın yurdu bulunuyor, bu ikisinin ortasında da oyunun, dramatik eylemin gerçekleştiği yuvarlık sahneyle temsil edilen insanların dünyası duruyordu. Tragedya, daha sonra Sophokles ve Euripides tarafından daha da geliştirildi, gerçekçi gözlem öğeleri katılarak Aiskhylos’taki soyutluğundan bir ölçüde uzaklaştırıldı. Komedya ise İÖ 486’dan başlayarak Atina’da Lenia kış şenliğinde yapılan yarışmalarla yaygınlık kazandı. Yunanca Komos sözcüğünden türeyen komedya, Dionysosçu kökenlerine tragedyadan çok daha bağlı kaldı. İÖ 6. yüzyıldan sonra Yunan egemen sınıfları arasında gözden düştüğü halde köylülerin ve yoksul halkın yaşamında önemini koruyan soytarılık, hokkabazlık, herkesin birbiriyle utançsızca çiftleştiği bahar ayinleri gibi avam öğeler, komedyada önemli yer tutuyordu. Dili de konuşma diline yakındı.

Eski Komedya’nın en büyük temsilcisi Aristophanes‘in oyunları, siyasal ve toplumsal yergicilikleriyle ahlaki bir görev de üstlenmişlerdir. Euripides’in İÖ 406’da ölümünden ve Atina’nın İÖ 404’te yenilgisinden sonra tragedya iyice geriledi ve komedya en popüler tür haline geldi. İÖ 320’den sonra, Büyük İskender döneminde ortaya çıkan Yeni Komedya eskisinden oldukça farklıydı. Mitolojik öğelerin yerini genç Atinalıların erotik serüvenleri ve aile yaşamları almış, eski şen, cümbüşlü ve grotesk üslup da daha gerçekçi ve yumuşak bir anlatıma dönüşmüştür. Bu dönemden günümüze yalnızca Menandros’tan bazı parçalar kalmıştır.

Eski Yunan tiyatrosunun önemli bir özelliği kamusallığıdır. Oyunları ortalama 10 bin ile 20 bin seyirci aynı anda izleyebiliyordu. Eski Yunan oyunları, Sophokles’in trajedileriyle teknik yetkinliğe ulaşmıştır. Sophokles oyunlarında dekor kullanan ilk tiyatro yazarıdır. Aiskhylos, Sophokles ve Euripides konularını mitolojisinden alan oyunlar yazmıştır. Bu üç yazar, sonradan Aristo’nun Poetika adlı yapıtında belirlediği kurallara uygun oyunlar yazmışlardır. Bu kurallardan biri zaman, yer ve eylemde birliktir. Eski Yunan komedisinin tanınmış yazarlarından Aristophanes, oyunlarında dönemin siyaset adamlarının ve düşünürlerinin yanlış tutumlarını alaya almıştır.

 

  1. Antik Roma Tiyatrosu

Roma, tiyatroya özgü bir katkı yapmaktan çok Yunan tiyatrosuna öykünmekle yetinmiştir. Bununla birlikte, Roma toplumunun estetik bir eşiği aşamayan, ama belli bir canlılığı sürdüren yöresel bir oyun geleneği vardır. Bunlardan biri, yöresel hasat şenlikleri ve evlilik törenlerinde hokkabaz-oyuncu- şarkıcıların söylediği ve belli bir temsil öğesini de barındıran carmina Fescenninay’dı. Güney İtalya’da doğan ve IO 3. yüzyılda Roma’da yaygınlaşan bir başka yöresel türde fabula Atellanay’dı. Fars, parodi ve siyasal taşlama öğelerini içeren bu oyunlar, İtalyan tiyatrosuna palyaço Maccus ve budala Bucca gibi tipler kazandırdı. Bir Yunana oyununu Latinceye çevirerek Yunan tiyatrosunu Roma’ya tanıtan kişi Yunanlı Livius Andronicus’tur. İlk Romalı oyun yazarı olan Naevius, fabula palliata adı verilen türün de kurucusudur. İÖ 2. yüzyılda Roma tiyatrosunun en önemli iki temsilcisi, Plautus ve Terentius, Yunan, Yeni Komedyası’nı, Roma toplumuna uyarladı. Ama Roma’da tiyatroya gidenler, özellikle de Terentius’un daha düşünsel içerikli oyunlarını izleyenler nüfusun sınırlı bir kesimini oluşturuyordu. Roma tiyatrosu, en baştan beri, Yunan kentlerinden daha büyük bir nüfusun incelmemiş, zevklerine cevap vermeye yönelikti. İzleyici çekmeyen oyunlara ayrılmış ödeneğin şenlik yöneticisince iptal edilebildiği bir ortamda, oynanan oyunlarda da gösteri öğeleri öne çıktı. Senecan’ın bu gelişmeye bir tepki olarak yazdığı oyunlar (IS 1.yy) oynanmaktan çok, yüksek sesle okunmak için yazılmıştır.

Roma döneminde tiyatro sanatı ile ilgili en önemli eser, Horatius’un Ars Poetika’sıdır. Ars Poetika’da, tiyatronun eğitici işlevi ve biçimsel düzeni hakkında açıklamalar yapılmıştır. Roma tiyatrosunun iki büyük komedya yazarı Plautus ve Terentius, Atina Yeni Komedyasından aldıkları konuları Romalının günlük yaşantısına, aile ilişkilerine uyarlamışlardır. Amaç, seyirciyi, günlük ilişkilerini yöneten kurallar korusunda eğitmektir.

 

Kolezyum (Colosseum), Roma                Pula Arena, Hırvatistan

 

Orta çağ (Karanlık Dönem)

Gelişime kapalı, bağnaz dini anlayış Orta çağın yasaklarla dolu bir toplu düzenine geçişi ifade eder. Matematik, felsefe, Edebiyat gibi kavramlar ancak “ilahi” nitelik taşıyor ise öğrenilebilinirdi. Eğitim sisteminin kilise hakimiyetinde olması ve ilerlemeyi engelleyen bu dini otoriter yönetim anlayışı, dayanışma içinde olunan Feodal toplum yapısından (Derebeylik düzeni ile Kral idaresinden) nasibini alıyor ve tiyatro gibi “dünyevi zevklerle vakit harcanmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Tiyatro “Şeytanın evi”, kilise ise “Tanrının evi” idi.

Hristiyanlık, geleneğin sürekliliğinin parçalandığı bir ortamda, kendi tiyatrosunu yoktan var etti, kendi inançlarından yeni bir tiyatro türetti. Orta çağ, kilise tiyatrosunun yanı sıra akrobatların, soytarıların, hokkabazların tek kişilik ya da grup halinde yaptığı gösterilerde hem halk arasında hem de saraylarda ilgi görüyordu. Ama tiyatroyu yeniden kurallı bir oyuna, yani sanata dönüştüren, oyunun yazılı öğesini vurgulayan kilise oldu. Bunun ilk örnekleri, Kitabı Mukaddes’ten belli bölümlerin sahne etkileri de gözetilerek seslendirilmesiydi. Bu seslendirme daha sonra 10. yüzyılda oyuncular ve diyaloglarla gerçek bir canlandırmaya dönüştü.

  1. yüzyıldan sonra da manastırların dışına yayıldı; artık kent yönetimleri de yapım giderlerini üstleniyordu. Dinsel tiyatronun manastır dışında gelişen birbirine bağlı bir dizi kısa oyunlardan oluşan dizilerdi ve 2-3 gün boyunca oynanıyordu. Gizem oyunlarının sahnelenmesini de loncalar gibi özel kentsel örgütler üstlenmiştir. Her lonca, kendi zanaatıyla ilişkili olan bir oyunun giderlerini karşılıyordu. Başlangıçta, oyunlar, “ev” adı verilen süslenmiş tahta platformlar üzerinde oynanıyordu. İtalya’da bir alanın ortasında oturan seyirciler, alanın çevresine yerleştirilmiş platformlar üzerinde oynanan oyunu izliyordu. İngiltere’de ise oyunlar araba gibi çekilen pagent adı verilen tekerlekli sahnelerde oynanıyordu. Gizem oyunları başlangıçta Latince diyaloglardan oluşurken

, sonradan yerel diller yaygınlaştı. Bu da oyunların halk geleneğinden ve mizahi öğelerden yana zenginleşmesini sağladı. Dinsel tiyatronun öteki iki türünden biri mucize oyunları, öbürü ise ibret oyunlarıdır. İbret oyunları ilk kez İngiltere’de ortaya çıkmıştır.

Orta çağ tiyatro düşüncesi yeni bir görüş üretmemiş, türlerin ayrımı, ahlak eğitimi gibi antik dönem kuramcılarının düşüncelerini yinelemiş, tragedyada yıkımın yazgı olduğunu vurgulamıştır. Tiyatro düşüncesinin gelişmemiş olmasının nedeni, Orta çağda tiyatronun yasaklanması, din adamlarının tiyatronun zararları üzerinde bildiriler yayımlamış olmalarıdır.

Renaissance (Aydınlanma Dönemi)

Renaissance ile modern tiyatroya adım atılırRenaissance tiyatrosu İtalya’da başladı, ama en önemli ürünlerini Renaissance’ı geç yaşayan İngiltere gibi ülkeler verdi.

Orta Çağ’ın yasakçı tutumundan nasibini alan tiyatro Rönesans ile tekrar canlandı ve zaman içinde Avrupa ülkelerinde çeşitli biçimler ve yöntemlerle yolculuğuna devam etti. İtalya’da Commedia dell’arte adında bir tiyatro türü adından söz ettirirken Fransa’da Moliere, kendi çağını aşan bir modern komedi anlayışının kurucusu oldu. İngiltere’de ise “Dünya bir oyun sahnesi, bizler de birer oyuncuyuz” diyen William Shakespeare, bu dönemin sonlarında tiyatro perdesini araladı.

Dönemin siyasi ve yaşam koşullarına göre şekillenen tiyatro sahnesine, bugün de sahne düzeni ve oyunculuk anlayışında gerçekçi bakışıyla etkisini devam ettiren Stanislavski çıktı. Bertolt Brecht’in epik tiyatrosu ise, gerçekçilik karşıtı akımların öncüsü oldu. Absürt tiyatro ile Samuel Beckett, tiyatronun seyrini değiştiren oyunlar sahneledi.

Venedikli mimar Andrea Palladio’nun tasarlayıp 1585′te Vincenzo Scamozzi’nin tamamladığı İtalya Vicenzo’daki Olimpico Tiyatrosu, günümüze kadar ulaşan en eski kapalı tiyatro olarak bilinir (Teatro Olimpico).

 

Türk Tiyatrosu Tarihi

Yıl: 1860… Her şey Gedikpaşa Tiyatrosu ile Başladı.

Gedikpaşa Tiyatrosu ve Türk Tiyatrosu’nun temellerini atan Güllü Agop

Gelelim bu topraklara… Osmanlı Sarayı, yabancı toplulukların gösterilerine büyük önem verirken halk da Batı modelinde tiyatro ile azınlıkların sunduğu gösteriler sayesinde tanışmıştı. Batı tiyatrosunun, 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilkeleri doğrultusunda Osmanlı toplumu ile tanışmasının ise geleneksel Türk tiyatrosuna artıları olduğu gibi eksileri de olmuştur. Yazılı metne geçilmiş, yabancı yazarlardan yapılan çeviri ve uyarlamalar yanında Türk yazarları da oyun yazmaya başlamıştır. Çerçeve sahneli yeni tiyatro yapıları kurulmuş ve tiyatroyu kurumsallaştırma yönünde önemli bir yol kat edilmiştir.

1860 yılında inşa edilen Gedikpaşa Tiyatrosu, bu topraklardaki çağdaş tiyatro için bir milat kabul edilmekte… Güllü Agop, 1861’de bu yapıyı kiralamış ve 1868′de Osmanlı Tiyatrosu adlı bir topluluk kurarak Türkçe oyunlara yönelmiştir. 1870′te Sadrazam Ali Paşa’nın desteğiyle, Türkçe oyunlar oynama imtiyazını 10 yıl elinde tutan Güllü Agop’un topluluğunda Ermeni oyuncular yanında Müslüman Türk oyuncular da yetişmiştir (En ünlüsü Ahmed Fehim’dir). Osmanlı Tiyatrosu’nda Namık Kemal, Ahmed Mithat Efendi, Abdülhak Hamid, Recaizade Mahmut Ekrem gibi ünlü şair ve yazarların yapıtları, Ahmed Vefik Paşa’nın Moliere uyarlamaları, ünlü Fransız melodram, güldürü ve vodvillerinin çevirileri, kantolar, müzikli oyunlar ve operetler sahnelenmiştir.

Türk Tiyatrosu’nun temellerini atan Güllü Agop’tur.

Padişahlar da tiyatroya büyük ilgi göstermiştir. Abdülmecid, 1858’de Dolmabahçe sarayının yakınında bir saray tiyatrosu; Abdülhamid ise 1889 yılında Yıldız Sarayı’nın bahçesine bir tiyatro salonu yaptırmıştır. Türkiye’de Batılı anlamda tiyatronun kuramsallaşması ve Türkçe oyun sergilenmesi yolunda Ermeni sanatçıların katkısı, Mardiros Mınakyan ve Tomas Fasulyeciyan’ın katkılarıyla sürdü. Halk tiyatrosu sanatçıları, tuluat adı verilen yeni tür sahnelemeye başladı. Ortaoyunu ustalarından Kavuklu Hamdi’nin önderlik ettiği ve 1875 yılında ortaya çıkan bu tür, Cumhuriyet’in ilk yıllarına dek yaşadı.

İlk Türk-Müslüman Kadın Sanatçı: Afife Jale

Türk oyuncuların eğitimi için bir konservatuvar ve yerel yönetimce desteklenen bir uygulama sahnesi oluşturulması yolunda ilk adım, 1914 yılında Darülbedayi’nin kurulmasıyla atıldı. İlk Türk-Müslüman kadın sanatçı Afife Jale, sahneye ilk kez 1920 yılında Darülbedayi’de çıktı. Türk dram sanatının ise İbrahim Şinasi’nin yazdığı ve ilk özgün Türk oyunu olan Şair Evlenmesi’yle (1860) başladığı kabul edilir. Bu oyunu, Namık Kemal’in Vatan yahut Silstre’si gibi yurtseverliği ateşleyen oyunlar izledi. 1839-1923 dönemi içinde yazılan oyunlar genel olarak komediler, tarihsel dramlar, romantik dramlar, orta sınıf trajedileri ve melodramlar oldu.

Modern Türk Tiyatrosu’nun Kurucusu Muhsin Ertuğrul’dur.

 

“Tiyatro ve çağdaş sanat alanı” deyince ilk akla gelen isim ise ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul’dur. 1927′de, Darülbedayi’nin başına geçti; bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini attı. Ankara Devlet Konservatuvarı, Musiki ve Temsil Akademisi’nin bir bölümü olarak açıldı. 1941’de Tatbikat sahnesi ile Türkiye, ilk mezunları gördü. 1949 yılında da Devlet Tiyatroları resmen kuruldu. Devlet Tiyatroları; Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, AdanaTrabzon ve Diyarbakır gibi şehirlerde perdelerini açmaya başladı, turneler düzenlendi. 60’larda özel tiyatroların sayısında büyük bir artış yaşandı; Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu kapalı gişe oyunlar sergilemeye başladı. 70′lerin ortalarında pek çok özel tiyatro kapandı ama 80’lerin ortalarından itibaren İstanbul’daki özel tiyatrolar tekrar hayat buldu.

Yaprak Dökümü’ nden Keşanlı Ali Destanı’na

Türk oyun yazarları öncelikle, Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancıları dile getirdiler. Bu geçiş dönemini yansıtmakta en başarılı olmuş yapıtlar Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı’sı (1984) idi. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşımını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştirdi. Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım, günümüze değin sürdürdü. Çok partili döneme geçildiğinde, devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlar da tiyatro sahnesine taşındı. Türk tiyatrosu yeni yazarlar da kazandı; Aziz Nesin ve Haldun Taner, yeni biçim denemelerine imza attı (Taner, 1964 yılında Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelenen Keşanlı Ali Destanı ile “yerli epik müzikal”in yaratıcısı kabul edilir).

60′larda tiyatro, işçi ve köylü kesiminin sorunlarına eğilirken şiir diliyle yazılan oyunlar da ortaya çıktı. 70’lere doğru siyasal içerikli belgesel oyunlar da yazılmaya başlandı ve pek çok topluluk, ağırlıkla politik tiyatro üstünde durdu. Bu dönemde yerli ve yabancı siyasal-belgesel oyunlar sahnelendi.

80′ler, oyun yazarlığının nicelik ve nitelik açısından durgun dönemi olarak kabul edilir. Ünlü yazarlarımızı sayalım: Refik Erduran, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer… 70′lerde yazmaya başlayan Bilgesu Erenus ve Tuncer Cücenoğlu… 80′lerin isimleri; Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy, Mehmet Baydur… Oyunları sergilendi, tiyatro izleyicisi, tiyatro salonlarını doldurdu.

Geleneksel Türk Tiyatrosu

Meddah, Kukla, Karagöz ve Ortaoyunu

 

Geleneksel Türk tiyatrosunu da es geçmemek gerek… Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Ortaoyunu yer alır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası, Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalmış ve 19. yüzyılın sonuna değin yaşamıştır. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi, güldürüdür. Oyun kişilikleri, karakter boyutuna ulaşmaz.

Meddahlık Türklerde Orta Asya’dan bu yana var olan hikâye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliğindeki Avrupa topraklarında var olmuştur.

Gölge Oyunu Karagöz                Meddah

Kayıtlara ilk kez 1834′te geçmiş olan Ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin birleşimidir. Ortaoyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu Commedia dell’Arte arasındaki benzerlik de aşikardır. Altın çağını, 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında yaşamıştır.

Türk tiyatrosu Anadolu uygarlığını oluşturan çeşitli toplumların, Anadolu’ya göç eden Türklerin atalarının ve İslam dünyasının kültürel birikimine dayanan hem Doğu hem de Batı kaynaklı etkileri içeren bir seyirlik geleneği üstün de gelişmiştir.

Geleneksel Türk tiyatrosu seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde hem sözsüz hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu’ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası ‘da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür. Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Ortaoyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür.

Devredilen Kavuk :

İsmail Dümbüllü – Münir Özkul – Ferhan Şensoy – Rasim Öztekin – Şevket Çoruh

Kavuk Şevket Çoruh’a emanet

Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi Benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan “kapalı biçim” anlayışının tam tersine, “açık biçim” özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır.

 

Son Meddah Ustamız Erol Günaydın